Türkiye’nin
de üyesi olduğu OECD ülkeleri arasında düzenlenen PISA, bilindiği üzere bir
yarışma sınavı değildir. Ülkelerin kendi eğitim sistemlerini
değerlendirdikleri, öğrencilerin matematik ve fen okuryazarlığı ile okuma
becerileri gibi temel alanlardaki beceri gelişimlerini yıllara göre takip
etmelerini sağladıkları bir sınavdır.
PISA
tarafından sağlanan karşılaştırılabilir bilgiler ile 15 yaşındaki öğrencilerin
hayata hazırlanma durumları görülür.
Kim
görür?
Özellikle
görmek için bakan görür.
Ülkemizin
bu projeye katılma amacı PISA Türkiye resmî web sitesinde şu şekilde
açıklanıyor:
Küreselleşen dünyamızda, eğitim alanında
yapılan ulusal değerlendirme çalışmalarının yanı sıra, uluslararası düzeyde
konumumuzu belirlemek amacıyla eğitim göstergelerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu
nedenle belirli referans noktalarına göre ülkemizin eğitim alanında hangi
düzeyde olduğunun, giderilmesi
gereken eksikliklerin ve alınması
gereken tedbirlerin belirlenmesidir.
Ülkemiz de OECD üyesi olarak, eğitim düzeyinin yükseltilmesi amacıyla bu
projeye katılmaktadır.
Çelişkiler
yumağıyız!
Amaç
süper! Ya sonra?
Sonuçlar
sadece merakımızı mı gideriyor? Örneğin 2012, 2009, 2006 ve 2003 yılı
sonuçlarına göre neler yapıldı? Sonuçları ne oldu? Süreç analizlerini ve
performanslarını görmek mümkün mü?
-mış
gibi mi yapıyoruz?
Sınav
odaklı eğitim sistemi içerisinde öğrenciler, hangi hayata hazırlanıyor? Onlar
için hayat sınavlardan ibaret zaten.
Öğrenme
isteği de sizlere ömür!
Okul
öncesinde kişisel özelliklere saygı gösterme, yaratıcılığı destekleme, oyunla
öğretme çabası, drama çalışmaları, 6 yaşından sonra okulun duvarına toslar.
Okullar, kâğıt üstünde öğrencilerin becerilerini ölçtüklerini iddia etseler de
kamuoyu baskısına çoğunlukla yenik düşer ve sınav okulu olurlar.
Öğretmenler,
soru soran öğrenciyi sevse de uzatmayan öğrenciyi daha çok sever.
Veliler
de farklı farklıdır. Daha ana karnındayken çocuğun akademik kariyer
planlamasını yapanlar...
Özel
hocalar, “dershaneler”, sınavlar,
testler derken dört duvar arasından başka bir dört duvar arasına çocuğunu
yetiştirenler...
Hayır,
ben çocuğumu “yarış atı” yapmayacağım diyerek elini eteğini tamamen eğitimden
çekenler...
Efendim
ben şöyle yetiştirildim, o yüzden çocuğumu öyle yetiştirmiyorum diyerek ne
gördülerse tersini yapanlar...
Her
şeyi bildiğini düşünerek eğitimle ilgili her süreçte yer almaya çalışan
çokbilmişler...
Geçim
derdine düşerek evinin yolunu bulamayan çaresizler...
Kendi
yaşantısından çocuğuna vakit ayırmayanlar...
Çocuğuna
vakit ayıran ama onunla nitelikli zaman geçirmeyenler...
Bu
veli çeşitliliğinin Türkiye’nin tüm bölgelerine dağıldığını düşünün ve buna
aşağıdaki okul çeşitliliğini ekleyin.
İlköğretim
Okulu, Genel Lise, Anadolu Lisesi, Fen Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi, Anadolu
Öğretmen Lisesi, Meslek Lisesi, Anadolu Meslek Lisesi, Teknik Lise, Anadolu
Teknik Lisesi, Çok Programlı Lise ve Polis Kolejinden 4848 öğrencinin rastgele seçildiğini
düşünün, taban tabana zıt kültürel farklılıklar ve şartları da içerisine dâhil
edin ve bu öğrencileri PISA sınavına sokun…
Sonuç
mu? Al eline kalemi, yaz başına geleni durumu.
Çoğu
kulaktan dolma bilgilerle 2015 PISA sonuçları ile ilgili herkes bir yorum yaptığı
için ben de sıranın sonunda oluşumuzla ilgili laflar etmeyeceğim. Soru
soracağım.
Bu
sınava neden dâhil oluyoruz?
Derslerimizin
müfredatları hangi kazanımları içermektedir ve yoğunlukları nedir? Bunlar PISA
sınavının özüne uygun mu?
Diyelim
ki tüm müfredatlar kâğıt üzerinde uygun hâle getirilmiş, peki dersler böyle mi
işleniyor?
Bu, gerçeğimizle
örtüşüyor mu?
İnsanların
gelecekle ilgili kaygılar yaşadığı bir toplumda, devlet başta olmak üzere, tüm
öğrenim süreçlerinde sıralama sınavları yapılıyorsa, beceri odaklı bir öğrenim
sistemi gerçekleştirilebilir mi?
Hadi
diyelim ki her şeyimiz tamam! Hayatı boyunca sorgulamasına izin verilmemiş ya
da klasik eğitim anlayışıyla yetişmiş bir öğretmen bu süreci yönetebilir mi?
Tekrar
soruyorum:
Neden
çocuklarımızı bu sınava sokuyoruz?
Yanıt:
“Ne yardan ne serden...”
17-29
Temmuz 1939 tarihleri arasında gerçekleştirilen 1. Millî Eğitim Şûrası’nda
dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in açış konuşması:
"… Muhterem arkadaşlar, kanaatimce
bütün Maarif Teşkilatı tam ve mükemmel bir uzviyet alabilmek için her uzvunun
birbiriyle alakalı, birbiriyle münasebetli bir surette işlemesi lazımdır.
Ortaokul öğretmenleri, ilkokuldan gelen çocukların zayıf olduklarını
söylüyorlar. Lise muallimleri aynı şikâyetleri, ortaokula yükletiyorlar. Üniversite
ve yüksek mektepler ise liseden gelen çocuklarımız şu ve bu noktalardaki
kuvvetsizliğinde ısrar ediyorlar. İlkokula giren çocuğun içinde yaşadığı dar
muhitle başlayan bu şikâyet dairesi, burada kapanmış gibi görünür. Fakat
aldanmamalıdır. Çünkü üniversitenin ve yüksek mektebin verdiği mezundan da
hayat şikâyet ediyor ve devre, bu şikâyetin ancak umumi hayat ve geniş muhite
dayanmasıyla kapanıyor.
Mevcut öğretim bünyesini nasıl kurmalıyız
ki her parçası birbirinden haberli olarak işleyebilsin."
Yıl 2016…
Resmin bütünü görülebilmiş mi?..
Eğitimde
tüm paydaşların birlikte hareket etmesi, akıl birliği yapması, aynı ideal
etrafında birleşmesi gerekir. Eğitim, ideolojilerin ve siyasetin dışında
tutularak dizayn edilmelidir.
Bu
ülke, köy enstitüleri modelini yaratarak tüm dünyanın örnek aldığı bir ülke
olmuştur. Benzer bir uygulama ile bunu yine başarabilir.
Bunu
samimiyetle istemek lazımdır!
Ömer
Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder