Çok
okuyan mı bilir, çok gezen mi? Münazara sorusu gibi… Bu ve benzer birçok soru
var ama net yanıtı yok.
Tavuk
mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?
Eskiden
böylesine sorgulamalara sıklıkla girerdik. Gençlik yıllarında eğlencemiz olurdu.
Elbette bugünkü gibi bizi uyuşturan televizyon programları yoktu yani çok şükür
beynimizin kontrolü henüz bizdeydi!
Kitapların
toplatıldığı, resimli romanların ders kitaplarının içine gizlenerek okunduğu
yıllardı ama en azından öğrenciler okurdu.
Okumak için bu kadar kitap ve para olmasa da niyet de vardı, istek de…
Bugün
ve geçmiş arasında hayıflanmak değil niyetim, ne o ne öbürü, hem o hem öbürü
durumları yaşardık.
Aslında
mesele kültür meselesi... Tam
cehaletten kurtulacağız diyorduk ki varlık içinde yokluğu yaşar olduk.
Yazabilmek
ama “yazmamak”…
Okuyabilmek
ama “okumamak”…
Konuşabilmek
ama “konuşmamak”…
Duyabilmek
ama “duymamak”…
Görebilmek
ama “görmemek”…
Yaratmaya
başladığımız kültür -memek, -mamak üzerine kuruluyor.
Oysa
bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıptı, öğrenme isteği hep canlı tutulmaya
çalışılırdı. Yedisinden yetmişine bilgiye, görgüye önem verirdi.
Biliyorsan
konuş irfan alsınlar, bilmiyorsan sus adam sansınlar denilirdi. Yani
cahillikten utanılır, yüz kızarır,
bilgiye saygı duyulurdu.
-du…
Geldik
bugüne…
Bilgi
çağında maalesef bilmenin gerekli olmadığını, toplumsal yapılanmadan izler
olduk. Çok fazla uzaklara ya da derinlere bakmaya gerek yok, bilimsel
çalışmaların sürdürüldüğü ya da sürdürüldüğünün iddia edildiği yerlere ve uygulamalarına bakmak yeterli. Durum açık
ve net ortada.
Dogmatik
düşünce sahipleri kızıyor olabilir ama günümüzde artık Dünya’nın öküzün boynuzu
üzerinde durmadığını kendileri de
kabul ediyor.
Bugün
“gülmekten ölünen” konular maalesef
geçmişte trajik olarak gerçek anlamda bedeller ödenerek yaşanmıştır. Demek ki
neymiş, insan aklı her zaman üstün
çıkmış ve reddettikleri ile insanları yüzleştirmiştir.
Konu
aslında basittir ama anlayana… Dün asla kabul edilmeyen görüşler ve düşünceler
bugün hiç tartışılmadan kabul görüyorsa, bugünün karşı çıkılan konularına daha anlayışla yaklaşılmalı. Ortaçağ diye
beğenmediğimiz dönemde bile aydınlanma yüksek boyutta yaşanmıştır. Körü körüne inanmak nasıl anlamlı değilse, körü
körüne karşı çıkmak da bir o kadar anlamlı
değildir.
Nasıl
yapmalı?
Okumalı,
okuduklarından anlamlar çıkartılmalı, başkasının da mümkün olabileceği
düşünülmeli.
Ezber
bozulmalı, okullar farklı düşüncelere, deneysel
yaklaşımlara olanak tanıyarak aklı
önde tutmalı.
Popülist
yaklaşımlara aldanmadan, samimiyet ve içtenlikle açık fikirli olmak için çaba gösterilmeli.
Her
şeyden önce duygusal zekâsı
gelişmemiş, pedagojik formasyon
bilgisi kitapların içinde sıkışmış kalmış, kendi içindeki hesaplaşmayı bitirememiş ve ruhunu
temizleyememiş insanları öğretmen ve
eğitim yöneticisi yapmamak lazım.
Yaşam
insana sunulmuş bir armağansa eğer
ve sayaçlar hiç durmuyor, ileri gidiyorsa, onu en anlamlı şekilde yaşamak gerekir. Ancak kimseye yararı olmadığı gibi
neden yaşadığını unutmuş yani “fotosentez”
yapanlar da her zaman olacaktır. Bırakalım yapsınlar, bitkilere de ihtiyacımız yok
mu?
…
Ömer
Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder