Erkeklerin kendini ispatlama yöntemlerinden biri, tamir ve montajdır. Erkeklerin bu duygusunu en çok tatmin eden ürün ise son
yıllarda popüler olan ve yetişkin Lego’su olarak kabul edilen ‘de monte’
mobilyalardır. Bilindiği üzere bu alanda dünya devi mağazalar mevcut. İçinde el
bezinden, kap kaçağa, halıdan aydınlatma ürünlerine ne ararsanız var.
Raftan
ürün alma kültürü beni de etkilemiş olmalı ki bundan beş yıl önce biz de bir elbise
dolabı almıştık. Aslına bakacak olursanız aldığımız, sadece potansiyel bir dolap
adayıydı. Onun adaylığını bitirecek olan kişi de bendim ve hazırdım!
Bu
arada eşimin, montaj isteyelim ısrarlarını “elbette” hiç ciddiye almadım. Böylesine büyük bir Lego’yu bir araya getirme
isteği müthiş bir heyecan yaratmıştı ki kulaklarım tıkalıydı.
Boyu
iki metreyi bulan paketleri arabamızın bagajına hiçbir boşluk bırakmayacak
şekilde hınca hınç sıkıştırmamızı, bunun için koltukları yatırmamız gerektiğini
ve eşimin arka koltukta küçücük bir yere sığışmasını hiç anlatmayayım.
Bir
çocuk heyecanı ama bir Herkül kuvvetiyle kan ter içinde paketleri eve taşıdık. Salonun
ortasında dev gibi paketleri açtıkça içlerinden kutular, kutuların içlerinden
paketler, paketlerden envaı çeşit vidalar ve hırdavat çıktı. Ha! Bir de olmazsa
olmaz montaj kılavuzu/yönergesi…
İlk
başta bunun benim için bir kâbus olabileceğini tahmin etmemiştim ama
malzemeleri önüme serdikçe içinden çıkılmaz bir hal aldığını fark ettim. Bu
arada elbette boş kutuları da kâğıt toplayıcılar rahatlıkla alabilsinler diye apartmanın
önünde çöpün yanına bırakmıştım. Ne var ki, birkaç saat sonra bazı malzemelerin
olmadığını fark ettiğimde ilk aklıma gelen malzemenin eksik olarak kutuya
konmuş olacağı değildi. (Düşünün ki bu Dünya devi bizlere nasıl bir güven
vermiş.) Asansörü bile kullanmadan merdivenleri üçer beşer inerek hemen çöpe
koştum. Koştum ama bizim kutular çoktan yerine ulaşmış olmalıydı. Şimdi kalk
git eksik malzemeyi bulmaya çalış diye kara kara düşünürken, çöpün yanında
kaldırıma özenli bir şekilde bırakılmış, malzeme poşetini buldum.
Bu
bir mucize olmalıydı. Kutular yoktu
ama kutu içindeki poşet oradaydı. Tanrı, azmimi görmüş, beni yarı yolda
bırakmamış ve bir vesile yaratmıştı.
Günlük
nafakasını çıkartmaya çalışan, kâğıt toplayıcısı belli ki mobilya kutusu içindeki
malzeme poşetini bulmuş ve çöpün kenarına bırakmıştı. Sabah hava aydınlanmadan
güne başlayan bu genç adam, Anadolu’nun en doğusundan gelmişti İstanbul’a.
Aslına bakacak olursanız çok da istekli gelmemiş, sürüklenmişti, tıpkı
diğerleri gibi. Doğu’da çöp bile bulmak neredeyse imkânsız olduğu için kaçmıştı
oralardan.
Birçok
medeniyetin beşiği olmuş bu topraklar insanlara, insanlar da buralara küsmüş
gibiydi. Belki de o da sekiz kardeşinden sadece bir tanesini yanına alarak ve
ailesinin hasretini hiçe sayarak bir başka muammaya, hayallerini yaşatabilmek
için büyük şehre gelmişti.
“Allah
büyük ama kayık küçük demiş Yahudi.” Şehir, onları kucaklamak için kollarını
değil yutmak için ağzını açmıştı.
Cebinde
parası da doğru dürüst kıyafeti de yoktu ama üzerinde marka kıyafeti olan
birçok insanda olmayan insanlığa
sahipti. Çöp topluyor olması empati yapmasını engellememişti.
Daha
sonra onu bulmayı, onunla konuşmayı ve ona teşekkür etmeyi çok istedim. Ama
yoktu, bir karşılık da beklememişti.
Son
günlerde özellikle sosyal medyadan yapılan paylaşımlardan birisi de “çöp
toplayıcılarının” durumları. Çalmadan, çırpmadan, onurlu bir hayat için
ekmeğini atıklardan çıkartarak, geri dönüşüme destek olan ve ülke ekonomisine
katkı sağlayan bu insanların tutundukları tek dal da kesildi. Yaşamak onlar
için zordu şimdi imkânsız hale geldi.
Bu
işi yaparak geçinen insanlarla ilgili olumsuz laflar da duydum ama ne yalan
söyleyeyim, benim gözlemlediğim tam tersi oldu.
Kayıt
dışı ekonomiyi engellerken, her türlü emek sömürüsüne rağmen işini sürdüren ve
geri dönüşümü destekleyen bu insanları da unutmamak gerekir.
Bu
arada elbise dolabının montajı beş akşam sürdü ve dolap hâlâ ayakta.
Teşekkürler
kâğıt toplayıcısı kardeşim!
Ömer
Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder