20 Kasım 2016 Pazar

Ah şu okullar…




Şanslı olan herkesin yolu okulla kesişir. Şanslı diyorum çünkü okuma olanağı bulamayanların sayısı azımsanmayacak kadar çok. 

Okul, hemen hemen her şeyin ilk öğrenildiği yerdir. Temeller öyle veya böyle orada atılır. Kiminin temelleri sağlam olurken kimininki sadece “olur”.

Okul, dört duvardan ibaret betonarme bina demek değildir. Okul nefes alır, nefes verir. Yaşarken yaşatır. Okulu tarım arazisine benzetmek yanlış olmaz. Yarın yeşersin diye bugün fidelerin büyütüldüğü yerdir. Bu nedenle de toprağın yapısı önemlidir. Seçilen tohumların doğru yetiştirilmesi, sulanması, bakımı “usta” insanlar tarafından gerçekleştirilmelidir. Ehliyetli insanların elinde fideler sağlıklı, ehliyetsizlerin elinde de yok olur. Kısa zamanda “ürün” almak için “hormon” kullananlar ise bu sürede toprağı da mahveder!  
 
Toprağın ağası olmaz! Beş yüz yılda oluşan toprak “ağaların” elinde birkaç yılda kaybolur. 

Toprak gibi okulun da gerçek sahibi onu sahiplenen, onu koruyan, kollayan ve sevgisini verenlerdir. Bu sevgiyle uzun zaman içerisinde ancak bir kültür oluşur ki sürdürülebilir olursa eğer, bu kültür çok değerlidir. Korunması ve geliştirilmesi ise çok daha fazla özen ister.

İnsanlar anılarıyla yaşar. Okulları değerli kılan da bu ilklerle dolu anıları yaşatmasıdır. Öğretim yapılan yerler olarak bilinse de, aslında dersleri çıkardıktan sonra “geriye ne kalır”a bir bakmak lazım. Yani kimsede bilmem ne dersindeki bilmem ne konusunun bilmem neresi gibi onlarca iz kalmaz. Ancak okul gezileri, aşklar, mide sancıları, kalp atışları, kaçamaklar, şamatalar, yapılan hatalar, alınan dersler, alınmayan dersler, kompleksler, egolar ve hoca muhabbetleri gibi yaşanmışlıklar asla unutulmaz.

Ne hikmetse bizim kültürümüzde anılara saygı diye bir şey söz konusu değil. Eskisini at yenisini al, eskisini yık yenisini yap!

Neden Venedik’te gondollar rahat yanaşsın diye kanalları doldurup yeniden düzenlemezler? Cambridge, Harvard, Oxford’un paraları mı yok ki binalarını yıkıp yeniden yapmazlar?.. Yapmazlar çünkü değiştirilmedikleri için bugüne kadar gelmişlerdir.

Bana göre egosu yüzünden sıkıntılı bir canlı türü olan insanı ıslah etmek için kurulmuş ve belki de en değerli mekânlar okullardır. Bu nedenle her ne olursa olsun okulların yaşaması ve okul kültürünün korunması gerekir. 

Yöneticisinden öğretmenine, güvenlikçisinden aşçısına kadar her insanın okul kültürünün oluşmasında ayrı bir rolü vardır. Ve her bir rol ayrı ayrı değerlidir! Biri diğerinden daha az önemli değildir. Bazı mezunlar, okullarındaki bekçiyi anımsarken, bazıları biyoloji öğretmenini, bazısı da beden eğitimi öğretmenini unutmaz.

Okul hayatında “dokunuşlar” çok önemlidir. Küçük bir dokunuşun bile nasıl bir etki yaratacağı belli değildir. Okulların içerisindeki günlük, anlık kararlar ve sürekli kadro değişimleri, olumlu dokunuşları azaltacağı gibi okulda kalıcı ve korunan bir kültür oluşturmasına da izin vermez.

Kıssadan hisse…

Bir okulun eğitim kalitesi; kadrosuna, sistemine, istikrarına, aidiyete verdiği öneme, farklı öğrenme modellerine göre uyguladığı yöntem ve tekniklere ve tüm bunların sürdürülebilir olmasına bağlıdır.

Eğitimde popülist olmak tehlikelidir. Elbette tehlikeyi sevenler de vardır ama okulculukta konu, yetişme çağındaki insanlar olunca, alınan risklere dikkat!


Ömer Orhan

16 Kasım 2016 Çarşamba

Teflon kişilikler…




Ne doğum ne de ölüm elimizde. Yaşadıklarımız koca bir muamma

1970’li yıllar, çocukluğumun ilk yılları... Televizyonla henüz tanışmıştık. Siyah beyaz görüntüleri izler, renkli hayaller kurardık. 

Mutfaklar şimdiki gibi şatafatlı değildi. Tencere, tava denince akla alüminyum gelir, bakır değerli sayılırdı. Yılda bir kere kalaylandı mı da varmayın ev hanımının keyfine.

Ustaların alın teri akıtarak dövdükleri bakırdan yapılan tencere ve tavalara göz gibi bakılırdı. Bakır, yapısı gereği çabuk ısınan ve soğuyan bir özelliğe sahip olduğu gibi kalaylanmamış olduğunda, yemeklere bakır karışacağı için zehirlenmelere neden olabilirdi. Tehlikeli de olsa, yemeğin dibini tutmasına neden de olsa hatta çabuk kızsa ve soğusa da bakır doğaldı.

30 sene önce insanlar da bakır gibiydi. Duygularını belli eder, çabuk sinirlenir ama çabuk da sakinleşirdi. Her şeyden önce kişilikler daha belirgindi.

Değerler ön planda tutulur, toplumun ortak değer yargılarından söz edilebilirdi. Ortaklıklar önemli kabul edilir, söz ağızdan çıktı mı geri “yutulmaz”, yerine getirilirdi.

Yıllar geçti, tencereler de değişti, kişilikler de…

Artık tencereler bakırdan dövülerek değil makinelere girilen sayısal verilerle demir, çelik, alüminyum, teflon ve seramikten üretiliyor. Ustaların teri de yok emeği de… Gerçi emeğe saygı da yok ya neyse…

Günümüzde tencerelere bir “bağlılık” söz konusu değil. Zamanı dolunca tencereler de çöpe atılıyor, tavalar da. Yemeğin altını tutmaması için ev hanımının özen göstermesine de gerek yok çünkü artık teflon var. Yemeğe yapışmayan bir malzeme teflon… Üzerinde hiçbir şey tutmaz! Kayar gider…

Teflon bu, ileri teknoloji! Yanmaz, yapışmaz

Bu da bir kültür meselesi… Kaygan kültür!

Tencere tava olunca insan kabul ediyor da konu insan olunca “teflonu” kabul etmesi zor. Çağımızın gelişimi ve değişimi her zaman olumlu yönde değil maalesef. Geri gittiğimiz, yana gittiğimiz ya da nereye gittiğimizin belli olmadığı yılları yaşıyoruz. 

Ne sap kaldı ne sapan… Devr-i tozduman

Her şeyi mübah kabul eden insanların çoğaldığı, doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu, yalakaların kol gezdiği zamandayız. Menfaat, kişilikleri örten teflon gibi: Konu ne olursa olsun, işe gelmeyen hiçbir şey iz bırakmıyor, etki etmiyor. Garip olan bunun beceri ve profesyonellik olarak görülmesi.

Teflon kişilikleri artık sıklıkla görüyoruz. Ancak bunun psikiyatrik düzeyde bir ruh hastalığı olduğunu biliyor muyuz? 

Sadece işine geldiği gibi davranmanın da ötesine geçen, toplumu etkileyecek düzeyde öne çıkan kişiliklere dikkat etmek gerekiyor. 

Trafikte araçla ters yolda ilerleyen bir insanın kendisi dışındaki herkesin ters yolda ilerlediğini düşündüğü ve diğerlerinin de buna inandığı gibi bir duruma geldik. Ne acı ki bu insanların kişilik bozuklukları, tedavi gerektirecek ciddi bir rahatsızlıktır ve normal kabul edebileceğimiz insanlar psikiyatr değildir.

Yaşananlardan etkilenmemek, egosantrik davranmak ve empati kurmamak ise insanlığın kaderi hiç değildir. Yani gelecek bu kadar hastalıklı olamaz. Yüzsüzlük bir erdem olamaz.

Bırakalım teflon, malzeme olarak tencere ve tavaların yüzeyinde kalsın. Bu teknolojiyi kişilik olarak referans almaya gerek yok çünkü insan, üzerinde taşıdığı ve geride bıraktığı izlerle vardır. Ve sosyal bir varlık olarak insan, yaptıklarından sorumlu olduğu gibi çoğu zaman yapmadıklarından da sorumludur.

Soru şu:

Kuymak bilir misiniz? Peki, hafif dibine tutmuş olarak bakır tavada mı yoksa teflon tavada mı istersiniz?

Afiyet olsun!


Ömer Orhan  

9 Kasım 2016 Çarşamba

Değersiz…




Yaşamda her şeyin bir değeri var. En değersiz kabul edilen “sıfır” bile kullanıldığı yere göre sonsuz değer kazandırır.

İnsanın tanımladığı ve belirlediği ölçülerdeki değerlerin tamamı ise görece… Susuzluktan ölmek üzere olan biri için bir bardak su, bir kilo altından değerlidir. Sağlığını kaybeden, hayat boyu çabalayarak elde ettiği serveti tek kalemde gözden çıkarabilir.

Yaşam yanılgılarla doludur. İnsan, bu yanılgıların üreticisi ve oluşturulan sarmalın mimarıdır.
Çoğu zaman ne zekâsı ne aklı ne de deneyimleri onun doğru değerlendirme yapmasına yeterli gelmez. Sürekli birilerinin saptadığı değerleri ölçü olarak kullanırken yaşamını buna göre şekillendirir. 

Elde ettiklerinin hangisinin daha değerli olduğunu anlamaya çalışarak geçirilen bir ömür… 

“Değersiz” birileri tarafından belirlenmiş “değerler”e sahip olmayı hedefleyerek gerçek değerleri görmemek, görememek. Sorusuz ve sorgusuz kabul edilenlerin esiri olarak bunu marifet saymak!

İnsan ne yaparsa yapsın, yüreğini ve vicdanını kirletmeyecek! Kendince değerli saydığı şeylere sahip olduğu için kibirlenmeyecek. Yaradılışında ona verilen ve onun yalnızlaşmasına neden olan egosunu şişirmeyecek. Onu zapturapt altında tutacak. 

Akıllı olduğunu iddia eden ancak bunu doğrulayan başka bir canlı türü olmayan insan için var olmak, yok etmek anlamına gelmemeli. Doğaya ve diğer canlılara zarar vermeyerek “temiz” üretimle yaşama katkı sağlamak amaç edinilmeli.

Anne ve babalar çocuklarını hayata hazırlarken, acımasız yaşam koşulları söyleminden mutlaka kurtulmalı. Önce kendileri yaşamı her yönüyle ele alarak hâlen çözülememiş sırları ile onun ne denli inanılmaz bir dengeye sahip olduğunu kavramalı. Acımasız olarak değerlendirilen yaşam, gerçekten böyle olsaydı, milyonlarca yıldan beri üzerinde yaşadığımız dünya, varlığını bizlere sunmazdı. Kimin acımasız ve dengesiz olduğunu doğru olarak anlamak ve anlatmak, ebeveynlerin asıl sorumluluğudur.

Makam ve mevkilerinin gücünü, elde ettikleri serveti, yüksek değer olarak gören insanların “ekmeğine yağ sürmemek” gerekir. Bilinmeli ki bu insanlar yeterince yağlanmıştır. Üstelik bu “yağın” kendilerinden başka kimseye de hayrı yoktur. Kimseye hayrı olmayanın da değeri yoktur. Yaşam; emek, üretim, paylaşım, sevgi ve saygı üzerine kurulduğunda değerlidir. 

Bugün hoş görülen her türlü bencil davranış, yarınlarımız için çok daha yalnız ve “acımasız” günlerin de habercisidir.

Öğretim süreçlerinde kuru ezber nedeniyle incelenemeyen ve özü kaçırılan yaşamla ilgili konuların ne kadar değerli olduğunu bedel ödeyerek öğrenmek gerekecektir. Özellikle, eğitimin arka plana itilmesi ve sadece lafta önemseniyor görünmesinin ise ne tür ağır sonuçlar doğuracağını kimse önceden kestiremez.

Evrensel değerleri ve bu değerlere sahip çıkan insanları değerli kabul etmek çok daha anlamlıdır. Kısacası, yalan söylemeyen, riyakârlık ve yalakalık yapmayan, tüm canlılara saygılı, üreten, emeği kutsal sayan, sevgisini esirgemeyen, paylaşımcı iyi insan olmak değerlidir.

Sadece kendi çıkarı için yaşayan “değersiz”lerin gözünde “değersiz” olmak da ayrı bir onur olarak kabul edilebilir. 

Unutulmamalı ki eğitimde en önemli yöntem örnek olmaktır.

Onurlu ve iyi insan olmayı öğrendikten sonra çocuklara önce bunu öğretelim ve örnek olalım ki geleceğimiz değerli olsun.


Ömer Orhan