1987 yılında otomobil kullanmak için ehliyet
aldığımda şimdiki özel sürücü kursları yoktu. Emniyet Müdürlüğü
müracaatları alır, sınavları yapardı.
Yazılı sınav neyse de “direksiyon” sınavını, “benim” diyen şoförler geçemezdi.
Eskiden ehil olmak önemliydi, “olmuşlara” ehliyet verilirdi! Bu sadece araç kullananlar için değil, her meslek için geçerliydi ve usta olmak aranan bir yetkinlikti.
Şimdilerde ise hiçbir şeyin “olması” beklenmiyor.
Portakal ve mandalina etilen gazıyla sarartılıp; “olgunlaşmamış ürünler” hormonla şişirilip bir gecede piyasaya sürülüyor.
Yersen…
Gördüğüm kadarıyla da gayet güzel “gidiyor”.
Okul ve çeşitli eğitim veren kursların sayısı arttı ama insan eğitimlerinde nitelikten çok nicelik ön planda. Atölye ve alan çalışmalarıyla deneyimleme işi, kişinin kendine terk edilmiş durumda.
Kısacası,
aracı optimal seviyede sürebilen kişi ehil sayılarak kendisine ehliyet
veriliyor ve pratik yaparak sürüş tekniklerini geliştirmesi için trafiğe
bırakılıyor. Bu durumda işin incelikleri için tüm toplum denekolarak kullanılmış oluyor.
Bazı mesleklerde ve durumlarda daha fazla alan çalışması yapılıyor olsa da hemen hemen tüm eğitimlerde durum aynı.
Çoğu
meslek için 4 yıllık eğitim sonunda “ehliyet” veriliyor. Ancak
yükseköğrenimde alınan derslerin yüzde ellisi genel kültür -ne demekse-
birikim ve destekleyici nitelikte, diğer yüzde elli ise alan bilgisini
kapsıyor. Ancak ne olursa olsun alınan bilgi neredeyse tamamen teorik.
Bununla birlikte:
Laboratuvar çalışmalarının oranı ve devam zorunluluğu nedir?
Alana yönelik staj çalışmalarının süresi ne kadardır?
Stajyerin performansını kim ölçüyor, neyle ölçüyor gibi 4 yıllık lisans eğitimiyle ilgili soru çok.
Alanında
yapılan yüksek lisansla gelişime devam etmek kısmen anlamlı görünse de,
yöntem aynı olunca sonuç değişmiyor. İşin teorisi ön planda ve kuru
kuruya öğrenme. Tek fark ise yazılan tezler. O da alınan eğitim,
tezliyse…
Nasıl
ki salt teorik bilgiyle aşçı, marangoz, elektrikçi, kaportacı, boyacı,
terzi olunamazsa; mühendis ve öğretmen olunması da beklenemez. Yani bir
insanın eğitimi için gereken deneyim, bir tencere yemekten daha önemsiz
olabilir mi?
Buna kimse önemsiz demeyecektir ancak yapılan iş maalesef bu…
Elbette
işin teorisi yani alan bilgisi son derece önemli ancak bu bilgi mutlaka
deneyimlerle edinilmeli/pekiştirilmeli ki işe yarasın.
“Deneyim alanda edinilir.” denildiğini
duyar gibi oluyorum. Haklısınız ancak bunun da kontrollü olması
gerekir. Siz hangi alanda ürünü etkileyecek bir deneyime izin
verildiğini gördünüz? Mesela kaportacı ustası, bir Ferrari’yi kalfasının
ellerine bırakır mı? Ondan kontrollü olarak risksiz bölgeleri
düzeltmesini ister ancak gözü hep üstündedir. Bu denemeler aylarca hatta
birkaç yıl bile sürebilir. Kaportacı ustası olmak hiç de kolay
değildir.
Çocuklarımız
bizler için Ferrari ile kıyaslanmayacak kadar değerliyse, onların
eğitim süreçlerinde yer alacak öğretmenlerin ustalıkları da hayati önem
taşımaktadır.
Günümüzde bilgiye ulaşım son derece hızlı ve kolayken öğretmenlerin aynı klasik anlayışlayetiştirilmeleri; anlamlı, gerçekçi ve doğru değildir.
Bu nedenlerle öğretmenlerin lisans eğitimleri ve sonrası mutlaka yeniden tasarlanmalıdır.
Öğretmenlik, salt “bilgi aktarıcılığı” olmaktan çoktan çıkmıştır.
Özellikle bu çağda öğretmen, ilham verici olmalıdır. Alan bilgisini içselleştirmiş, farklı branş/alanlarla bağlantı kurarak bilgiyi işleyebilmelidir.
Öğretmen, her şeyden önce meraklı olmalı ve merak uyandırabilmelidir.
Öğrenmek için merak, öğretmek için “ehliyet” gereklidir, hatta “beynelmilel (uluslararası)” ehliyetliler tercih olunur!
Toplum olarak yitirdiğimiz “ehil” insanların yerini doldurabiliyor muyuz?
Neden?
…
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder