Yıl MÖ 4000, yer Mezopotamya... Sümerler… Namıdiğer ilk tablet yapımcıları.
Günümüz
tabletleri ne kadar dayanır ve ileriye ne götürür bilinmez ama 5000 yıl
öncesinde yaşananları bize Sümerlerin kil tabletlerinin taşıdığını
biliyoruz.
O dönemlerde öğrencilerin bir arada okuduklarını -bir nevi
okul olduğunu- ve öğretmenlerin de varlığını yine tabletlerden
öğreniyoruz. Laf aramızda ödevler, sınavlar ve özel dersler o dönemde de
varmış. Üstelik özel ders ücretleri de oldukça yüksekmiş…
Yıl MÖ 387, yer Yunanistan, Atina yakınları…
Platon… Felsefeci, siyaset bilimci ve eğitmen. Akademos/Akademianın kurucusu. Günümüz üniversitelerinin ilklerinden.
Belki o dönemlerde bizim bildiğimiz türde sınavlar yoktu ama Platon’un okulunun giriş kapısında “Ageometretos medeis eisito” (Geometri bilmeyen giremez) yazıyordu. Bildiğimiz anlamdaki geometri değil belki ama düşünmeyi beceremeyen gelmesin demiş kısaca... Anlayacağınız daha okula girişte elemiş Platon.
MÖ 600’lü yıllar, yer Yunanistan, Lesbos (Midilli Adası)…
Ünlü kadın şair Sappho (Sopho)… Kızlar için açtığı okulda
şiirle aşk usullerini öğretmiş. Dersler; şiir, müzik, jimnastik.
Zenginlerin kız çocukları ve evlenmemiş kadınlar, felsefe
öğretmenlerinin eşliğinde kendilerini geliştirmişler. Sappho, sınav
yapıyor muydu, sınavlarda ne soruyordu? Hâlen merak konusu!
Eski Yunan’da kent kültürlerinin gösterdiği farklılık,
eğitimde anlayışlarına da yansımıştı. Özellikle Sparta ve Atina eğitim
açısından taban tabana zıttı. Sparta bir asker toplum olduğundan askerî
eğitim ön planda tutulmuş, kendini üst sınıflara ve yurduna adamış
askerler yetiştirilmişti. Fiziksel açıdan dayanıklı gençler 20 yaşına
kadar sıkı bir askerî eğitime tabi tutulurdu. Anlayacağınız sınavlar uygulamalıymış…
Dersler askerî içerikli beden eğitimi ve dinî müzikti.
Doğumdan itibaren zayıflara ve sakatlara toplumda yaşama şansı verilmez,
bu şekilde doğan bebekler öldürülürdü. Yani bazı insanlar doğuştan sınavları kaybederdi.
60 yaşına kadar süren bir askerlik ve kendini adama… Bu
kadar sıkı disiplin ve “eğitim” anlayışıyla kurulmuş bir sistem. Sonuç?
Ne Sparta kalmış ne de esamesi! Spartalıların sınav sistemi de sizlere
ömür…
Atina, Antik Yunan Uygarlığının merkezi olmuştu. Edebiyat,
tiyatro, felsefeye düşkün olan Atinalılar, müzik eğitimine de önem
vererek sağlıklı bir ruh ve beden eğitimi ile de denge yakalamaya
çalışmışlardı. Sparta’da olduğu gibi çocuklar, devletin malı sayılmamış
ve ilk eğitimlerini ailelerinden almışlardı. Çocuğa refakat etmesi için
pedagog (Yun. Paidagogos) denilen yaşlı köleler çalıştırılmıştı. Eğitim o zamanlarda da önemli, öğretmenlerin yeri de “ayrı” tutulmuştu!
Allah’tan bugün eğitimciler “köle” olarak görülmüyor.
Roma İmparatorluğu döneminde de eğitim-öğretime önem
verilmişti. MÖ 200’lü yıllarda dilbilgisi okulları, felsefe okulları
açılmış ve MS 70’li yıllarda ise bunları şehir okulları ile “prestijli”
İmparatorluk Okulları izlemişti.
Özet olarak milattan binlerce yıl öncesinden başlayan okul
serüveni toplumun ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş, kimi yerlerde
parası olanlara öncelik verilmiş ve bir şekilde sınav her zaman var
olmuştu.
Semavi dinler çıktıktan sonra ise öğretimin ekseni
değişmeye başladı. Batı’da Hristiyanlık etkisinde dogmatik düşünce
yapısının hâkim olduğu kilise ve manastırlar ön plana çıkarken Doğu’da
da dinî okullar eğitimde söz sahibi oldu.
Ortaçağ ile birlikte sınavlar artık kutsal kitaplar ve peygamberlerin söylemlerine göre hazırlanmaya başlanmıştı.
Günümüze ait sınıf düzeni, öğretmenin aktif, öğrencinin
pasif konumdaki öğretim modeli ortaçağdan beri o kadar benimsendi ki
aynı modele günümüzde de devam ediliyor. “Ortaya karışık müfredat” ve
ders çizelgeleriyle öğrencilerin yetenekleri, öğrenme biçimleri hiçe
sayılarak öğretim yapılmaya çalışılıyor.
Öyle ya da böyle bu karmaşa içerisinde okullarda öğrenim
gören milyarlarca insandan bazıları da elbette başarılı oluyor. Eğer
oransal değil de bireysel başarı kabul ediliyorsa sorun yok!
Ortaya karışık görece başarı!
Okul sistemi içinde bu başarıyı tadamayanlar; sağlık
sorunları, başarısızlık veya uyum sorunları yaşayanlar ise sistem dışı
bırakılıyor. Bu şekilde okulların dışında kalanlardan Microsoft’un
kurucusu Bill Gates Harvard Üniversitesini, Apple’ın sahibi Steve Jobs,
Reed Kolejini, Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg Harvard
Üniversitesini, Dell Computer’ın sahibi Michael Dell Austin Texas
Üniversitesini terk etti.
Bununla da bitmiyor… Albert Einstein, 15 yaşında, Walt
Disney, 16 yaşında, Benjamin Franklin 10 yaşında, Henry Ford 16 yaşında,
Charles Dickens 12 yaşında okulu bırakmıştı. Thomas Edison ise okula
sadece 3 ay devam edebilmişti.
Dâhi diye nitelenen birçok insanın okul içinde değil de dışında başarılı olması çok ironik!
Şimdi efendim, bu kısa tarihsel turun ardından:
Öğretmenler soru soran öğrenciyi seviyor ama uzatmayanı daha çok seviyorsa…
Laboratuvarlar, devlet okullarında yasaklı bölgeler olarak atıl bırakılıp, özel okullarda ise sadece makyajlı satış unsuru olarak kullanılıyorsa…
İnsanlar, eğitimi bir yaşam şekli olarak benimsemiyor ve ona ihtiyaç hissetmiyorsa…
En standart işler için bile en yüksek derece diploma isteniyorsa…
Herkesin eğitim alacağı “nitelikte” okulların sayısı yeterli gelmiyorsa…
Övündüğünüz çok yüksek sayıda genç nüfusunuz birkaç okulun önünde yığılıyorsa…
Anaokulundaki öğrencilerin yaratıcılığı her yıl sistematik bir şekilde yok ediliyor ve bunun için sürekli bir mazeret uyduruluyorsa…
Üstelik eğitim yöneticileri ve öğretmenler, öğrenilmiş bu çaresizliği bir de kabulleniyorsa nafile…
Şairin dediği gibi:
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
İşin kolayına kaçmadan ama…
Bilinen sınav sistemlerini kullanmak, belki de eğitime şekil verenlerin de kolayına geliyordur.
Oysa bilgiyi ölçmek basittir, asıl önemli olan merak ve tutkuyu ölçebilmek ve değerlendirebilmektir.
Ömer Orhan