Sosyal platformlardaki insanlar, birbiri için hem
var hem yok. Böyle giderse bildiğimiz tanıma göre “sosyal olabilmek”
için çok yakın zamanda insanoğlu yardıma ihtiyaç duyacak.
Artık aynı evin içinde birbirine yabancı insanlarız.
Yan odadaki çocuğumuza vatsaptan mesaj atarak yemeğe çağırıyor, feysbuktan paylaştığımız felsefi içerikli bir görselle birilerine alt mesajlar veriyoruz.
Geldiğimiz son durum bu!
Bol mesajlı, asosyal bir yaşam…
İlişkilerimizi,
sosyal medya “münasebetlerine” göre düzenliyoruz. Paylaştığımı beğenmiş
mi beğenmemiş mi, paylaşmış mı paylaşmamış mı? Feysbuk, tivitır, sinepçet, instagramda geçirilen süre bir yana, onaylanma durumu da bizi fazlasıyla “enterese” ediyor.
Baş ucumuzdaki kitapların yerini akıllı telefonlar aldı.
Operant
şartlanma diye bildiğimiz edimsel koşullanmada olduğu gibi uyarı
gelince elimiz telefona uzanıyor. Çoktan akıllarımızı ihaleye çıkarttık
vesselam.
Seviyor, sevmiyor. Seviyor, sevmiyor…
Beğeniyor, beğenmiyorlardan ibaret papatya falına dönen hayatlarımız var.
En
ucuzundan takdir edilme şeklini de keşfettik. Bazen 2500 yıl önce
söylenmiş bir sözü bazen fotoşoplu bir fotoğrafı paylaşarak takdir
arıyoruz.
İşin ne kadar vahim bir hâl aldığını ve kontrolden çıktığını anlamak için etrafınızı gözlemeniz yeter.
Herkesin başı 45 derece öne eğik, gözü telefonunda…
Boyun fıtığı, yaygın hastalık hâline gelirse şaşırmayın ama rahatsızlık bununla da sınırlı kalmayacak, unutmayın.
Teknolojinin
insanlığı ele geçirdiği bu yüzyılda hâlen teknolojinin yan etkilerine
maruz kalmamak için direnen insanlar da var. Üstelik bu insanların çoğu,
teknolojiyi üreten ve dünyaya pazarlayan ülkelerin insanları. İronik!
“Kara tahtada” tebeşirle ders yapıyor ve kitap okumayı sürdürüyorlar. Bizde ise durum, can çekişmeye devam ediyor.
Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESCO) verilerine göre
okuma alışkanlığında dünyada 86. sıradayız. En çok okuduğumuz kitaplar
ise yüzde 65 oranla aşk kitapları. Eminim bunları da en çok kadınlar
okuyordur. Erkeklerin ne okuduklarına ait bir istatistik bulursam ayrıca
paylaşırım.
Son
zamanlarda işe metroyla gidip geliyorum. Yoğun araç trafiğinden uzak.
Hayatımın konforu arttı diyebilirim. Ancak işe giderken genelde
ayaktayım. Kadıköy son duraktan bindiğim için dönüşte oturma şansım
oluyor ama hepsi o kadar. Sadece şans…
“Kadıköy’den trene binen ve ayakta kalan senden başka kimse yok.” diyor kızım. Hafiften gülümserken biraz da üzülüyor benim için…
Beceremiyorum
ki… Tren yanaştığında inenlere öncelik vermek ve sırayla binmek gibi
medenî bir yaklaşım içinde olunca, “olmuyor”. Cinsiyet ayrımı
yapmaksızın, insan kılıklı ayılar -ki ayılardan af dileyerek- ite kaka
yer kapmak için atılınca onlar gibi davranamıyorum. Aslına bakacak
olursanız, davranmak da istemiyorum. Belimdeki rahatsızlığa rağmen, şark
kurnazlığı yapmayı, kabalaşmayı, nezaketsizlik olarak görüyor ve gayri
medenî buluyorum. Aldığım terbiye ve eğitime yakıştırmıyorum. Böyle
davranmaktansa rahatsızlığa rağmen dik ve onurlu bir duruşla ayakta
gitmeyi tercih ediyorum.
Bana göre onurlu bu duruş, çoğunluğa göre enayilik.
Sana
yaparlarsa sen de yapacaksın! Hatta önce sen yapacaksın! Burada diğer
konuları örnekleyerek okuyucunun ağzının tadını kaçırmak istemiyorum.
Neyse efendim, seyahat boyunca kitap okuyorum ve benim gibi okuyanlar olduğunu görünce de ümidim artıyor.
Ayakta
yolculuk ettiğim bir eve dönüş gününde, 50’li yaşlarda bir hanımefendi,
önümüzde bir yer boşalınca “Buyurun siz oturun, kitap okuyorsunuz.”
dedi. Kitap okuyana saygı duyan ve bunu yer verecek bir ayraç olarak
gören birinin oturmayı daha fazla hak ettiğini düşündüğümden elbette
“Lütfen siz buyurun, ben alışkınım, sorun yok.” diyerek ona yer verdim.
Çoğalmalarını dilerim…
Ancak maalesef ülkemizde elinde telefonuyla oyun oynayan kişi sayısı, kitap okuyan kişi sayısından çok daha fazla.
Millet olarak, kurnazlıkla ülkeyi nereye getirdiğimiz ortada…
Uygar bir ülke olmak ve teknoloji satmak istiyorsak, bize teknoloji satanlardan daha çok okumalıyız.
Medeniyet, sırrını içinde barındırıyor. Önce niyet!
Ömer Orhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder