9 Temmuz 2016 Cumartesi

Vazgeçebilir misiniz?




İnsanoğlunun, “sahip olma” üzerine kurulu serüveni çocukluğunda başlar. Mutlu olmayı sürekli bir şeylere sahip olmakla örtüştürür insan. İlk öğretmenleri olan anne ve babası da çoğu zaman bunu ona bilinçsizce öğretir.

Başarı budur! Düzen böyle kurulmuştur… İnsan, sahip olmalıdır ve sahip oldukları ile gurur duymalıdır. Bunda hiçbir beis (engel / zarar) yoktur!

Sahip olmak, korkuları da beraberinde getirecektir. Ancak bu gerçek, yaşam boyu görülmeyecek ya da görmezden gelinecektir. İnsanın varlığı ne kadar çok olursa korkularının da o kadar olacağı belki de hiç anlaşılmayacaktır.

Oysa korku; lezzeti, huzuru, sağlığı ve dengeyi bozar. Kemirgendir… Yer bitirir, kevgire çevirir insanı. Malum, kevgir de içinde su tutmaz. Gözenekleri açıldıkça içinde bulunan her şey akar, dökülüp gider. 

Kevgirdeki delik sayısı ne kadar çoksa ve delikler ne kadar genişse, kevgir sahibi bir o kadar sıkı tutmaya çalışır elindekileri.

Demek ki iki önemli konu varmış: Birincisi kevgirin gözenek sayısı ve gözenek genişliği; ikincisi de elindekiler, yani sahip olunanlar.

Para, mal, mülk, makam, mevki, şöhret vazgeçilmez olursa kevgir olmak kaçınılmazdır. Çünkü her ne kadar kevgir madde olsa da delikler maneviyattır. 

Nasıl ki kevgirle bir yerden bir yere su taşımak imkânsızsa bu tür insanların bir işe yaraması da imkânsızdır.

İş hayatında koltuğuna sarılmış, herhangi birisi için en ufacık bir artısı olmayan, doğru dürüst bir şeyler üretmeyen, üretemeyen, başkalarının hataları üzerinden çıkar sağlamaya çalışan, aşırı menfaatçi ve bunlardan vazgeçemeyen insanlardan kimseye bir hayır gelmez. Bu tür insanlara asla güvenilmez, onlarla paylaşılmaz. 

Son tarifte, bu kevgirler en yakınındaki kişiden bile vazgeçebilir ki bunu yaparken de vicdanını serinletecek bir şeyler mutlaka bulur.  

Siz, siz olun; doğal hayattan tutun da ev hayatı, iş hayatı hatta aşk hayatında bile nelerden vazgeçtiğinize, nelerden vazgeçmediğinize dikkat edin. Egosunu kenara itebilen, maddi çıkarlarından vazgeçerek değerlere, emeğe, insana önem veren kişilere sarılın ve onlardan vazgeçmeyin.

Hanımefendiler, beyefendiler… Elbette her insanın zafiyetleri olacağı için kabında delikler de olacaktır ancak önemli olan kevgire dönüşmemektir. Unutmayın ki kevgire ihtiyaç olduğunda üç beş kuruşa alınacak kevgir her yerde bulunur.

Hayatınızdaki kevgir sayısını azaltın


Ömer Orhan

3 Temmuz 2016 Pazar

Bana tercihlerini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim…




Yaşam tercihlerle doludur, seç seçebildiğin kadar. Sağlığın elverdiğince, paran ve gücün yettiğince seç! Seçme şansın olduğu sürece seç…

Şans mıdır seçebilmek?

Şanstır ve kiminin şansı çok olur, kimininse az. 

Hayatta herkes bir şeyleri tercih etme durumu ile karşı karşıya kalır. Her tercih bir yoldur ve girilen her yol, diğer yolun belki de sonlandırıcısıdır.

Yemek-yememek, gitmek-gitmemek, çalışmak-çalışmamak, okumak-okumamak, almak-almamak, vermek-vermemek, konuşmak-konuşmamak, dinlemek-dinlememek gibi basit gibi görünen o kadar çok tercih kullanıyoruz ki, bir düşünün. 

Basit gibi görünen tercihlerimizin sonuçlarının tüm hayatımızı etkileyebileceği gerçeğini ise çoğunlukla görmezden geliyoruz.

Konuşurken düşünmüyor, ilk aklımıza geleni söyleyiveriyoruz.

Hay, dilimi eşek arısı soksun! İyi de sen boşboğazsın diye zavallı arının günahı ne?

Peki, nasıl oluyor da oluyor? 

Neye göre ve nasıl seçiyoruz? 

Tercihlerimizi, ne ya da neler etkiliyor?

Her şeyin birbirini etkilediği gibi şartlar, doğal koşullar, alışkanlıklar, inançlar, değerler, toplum baskısı, açlık, tokluk, para, makam gibi birçok etken tercihlerimizde rol oynuyor.

Uzmanlar, gıda alış verişine aç gidilmemesi gerektiğinin altını çiziyor. Açken onu da alayım bunu da alayım, canım çekti şunu da alayım… Mide doymayınca göz de doymuyor kısacası. Allah önce gözümüzü doyursun!

Doymaz o göz, doymaz.

Bakınız tarihimiz gözü de gönlü de doymamışlarla doludur.

Kimi cebini doldurur, kimi aklını, kimi egosunu doldurur, kimi de vicdanını… 

Nasıl ki düşünmek, aklını kullanmak, yürekli ve saygılı olmak bir tercihse; cehalet, aptallık, kötülük ve saygısızlık da bir tercihtir.  Ve evet, yaşam tercihlerle doludur.

Gençken en masum ve tolere edilen hatalı tercihlerin bedelleri yapışır insana, alışkanlığı olur. Kurtulamazsa davranışı, beceremezse karakteri, sonu ise hüsran olur. 

Yöneticiler, sürekli kendine boyun eğen, söylediklerini koşulsuz kabul edenlerle çalışmayı tercih ederse, bir adım ileri gidemeyeceği gibi işini de ilerletemez.

Eşler birbirini anlamak için dinlemek yerine bir fazla söylemeyi tercih ederse saygı da biter.
Ebeveynler, sadece para kazanmayı, zengin olmayı, kariyer yapmayı, makamı hatta en yükseğe çıkmayı tercih eder ve hedeflerse, salt sahip olma dürtüsüyle belki de bir proje olarak gördükleri çocukları ikinci planda kalır. Çocukları ve gençleri ikinci planda bırakmak yanlış tercih olur ve sonuçta yanlış tercihler yapacak başka bir insan yaratılır. Bu arada kazanılan tüm servet de yanlış tercihlerin bedeli olarak harcanacak ya da lezzetsiz bir yaşam içinde bir işe yaramayacaktır.

Tüm hayatımız boyunca araçlar amaç, amaçlar araç olursa o tercihin yanlış olduğu gerçeği ile bir gün mutlaka yüzleşilir ki sonunda da iş işten geçmiş olur.

Kişiler için böyle olan durum ülkeler için de aynıdır. Aynı ideale inanabilen ve üreten toplumlar yükselirken, borç alarak, çiçek, börtü böcek gibi süse gösterişe harcayarak var olmayan algılar yaratmaya çalışanlar batar. Unutmayalım, batarken gemiyi önce fareler terk eder!

Hayat seçim ve tercihlerle doludur. Atalarımız, “Arkadaşı, adamı vezir de eder rezil de.” derken tercih konusuna da bir gönderme yapmışlar. İyi de Allah muhafaza “adam ya rezil vezir” olursa? Şeytanın avukatlığını bırakarak böyle olmayacağını düşünelim!

Niyetin ne olduğu ise tercihlerden kolaylıkla anlaşılır. Bunun için âlim olmaya da medyum olmaya da gerek yoktur.


Ömer Orhan