Ne
olacak şu eğitim-öğretim işleri? Okusan bir türlü, okumasan bir türlü…
Peki,
başkası mümkün mü?
“Okumadan”
olmaz ama okumasan da olur! Yani
öğrenme için siz ne kadar okulu zorunlu tutarsanız tutun, öğrenmenin büyük
bölümü okul dışında gerçekleşiyor. Okuyarak!
Neymiş
efendim? Öğrenmek için duvar şart
değilmiş!
Şimdi
bu saptamadan okula karşı olunduğu fikri çıkmasın, aman! Ben sadece “fazlasının”
insan bünyesine zarar verdiğine işaret ediyorum.
Fazla?
İnsanın
en fazla 40 dakika dikkatini toplayabildiği söyleniyor. Bana göre bu süre 15-18
dakikayla sınırlı.
Okullarda
bir ders saati 40 dakika ve günde ortalama 7-8 ders yapılıyor. Haftada beş gün…
İşte bu fazla!
·
180 okul günü daha da
arttırılabilir ancak günlük ders saati sayıları mutlaka azaltılmalı ve uygulamalı
dersler hariç dersler 30 dakika ile sınırlandırılmalıdır.
·
Öğretmen ise navigasyon
gibi olmalıdır. Her yönü, yolu bilmeli ama sadece yönlendirmeli ve öğrenciler
yollarını bulmalıdır. Üstelik bu işi maksimum 30 dakikada yapmalıdır.
İşini
iyi yapan öğretmenlerimiz kızmasın, onları dışında tutuyorum ama şu an için
günlük plan bile yapmaktan yüksünen öğretmenler olduğunu onlar da biliyor.
Günlük
plana gerek yok!
Konuyu
anlat, geç. Dinleyen dinlesin, anlayan anlasın. (Ne demekse?)
Soru
sor, öğrencilerin de soru sormasına izin ver ama dersi “sabote” ettirme yani
uzattırma…
Ödev
ver ve “vaktin kalırsa” kontrol et… (Kontrol etmediğin için üzülme, çok sınıfın
olduğu için kendini haklı gör.)
Sınav
yap...
Performanslarla
(sözlü) puan ortalamalarını balans et…
Ortalama
başarı üzerinde “başarı” sağla…
Başarısızlar
mı var? Çalışmamışlardır. Daha çok “çalışmalarını” söyle… Hatta yakın…
Müfredatı
“yetiştir” ve yetiştirdiğine dair “raporunu” müdürlüğe teslim et…
Derin
bir oh çek… Sen sağ ben selamet.
Unutma!
Yıllık planın bilgisayardan silinebilir, planı/planları USB belleğe aktar ki
seneye de kullanabilesin.
İyi
tatiller…
Öğretmenlerin
bir kısmı için özellikle de deneyim sahibi olunca her şey hazırdır ve diğer
seneler ise geçmiş yılların kopyası gibi geçer gider. Mesleki deformasyon!
Bazı
öğretmenlerde de niyet, özveri ve çalışkanlık var ama hep aynı yöntemi
denediklerinden sonuç değişmediği için çaba nafile.
Öğretmenler
bu işin sadece bir parçası ve onlar da bu sistemden edindiklerini uyguladıkları
için her şeyi onlardan beklemek fazla iyimserlik olur. Müfredatları Talim
Terbiye Kurulunda uzman kişiler hazırlar ve buna göre içerikler düzenler. Bizim
içerikler o kadar kapsamlı olur ki ne okumakla ne de yazmakla biter. Kitaplar
da, müfredatlar da hazırlayanların empati yeteneğine göre oluşur. Üstelik bu
süreçlerin içerisine öğrencilerin dâhil edildiği de hiç görülmemiştir.
Bilginin
hızla oluştuğu, değiştiği, birleştiği, dönüştüğü, paylaşıldığı çağdayız ama
okullar aynı, müfredatlar aynı, dersler aynı, saatler aynı, öğretmenler aynı.
Hocam
olmaz, olmaz!
Kabul
etmek lazım, -mış gibi yapıyoruz. Herkes işini kolaylaştıracak şekilde
davranıyor. Müfredatları hazırlayanlar bildikleri gibi yapmaya, kitaplar bu işi
yapabileceği düşünülen tanıdıklara/bildiklere, sistem de yönetim anlayışlarına
göre çok “iş” çıkartmayacak şekilde hazırlatılıyor.
Sınıflarda
bugüne kadar yapılan öğretim şekli, tabiri caizse ortaya karışıktır.
Öğrencilerin
anıları farklı,
Bilgi
birikimleri farklı,
Merakları
farklı,
Alışkanlıkları
farklı,
Algıları
farklı,
Hayalleri
farklı,
Hormonları
farklı,
Olanakları
farklı,
Öğrenme
şekilleri farklı,
Öğrenme
hızları farklı,
Duyguları
farklı,
Zihinsel
yapıları farklı,
Bu
kadar ve daha fazlası fark varken, tüm farklara rağmen aynı sınıfta herkese
aynı şeyleri öğretmeye, hepsinin aynı seviyede öğrenmesine, etkilenmesine ve
başarılı olmasına çalışıyoruz. Yetişemeyenlerin şansı ise neredeyse hiç yok.
Özellikle de birbirini izleyen konularda “temel” olmayınca veya arada bir kopma
olunca sonrası da olmuyor. Öğrenciler nasıl çalışacağını bilmeden çalışmaya
çalışıyor.
Eğitimcilerin
bunlarla uğraşacak zamanları olmadığından olsa gerek, çözüm, öğrencilerin daha
çok çalışmalarını istemek ve bir yol bulmalarını beklemek.
Ders
başarılarına öylesine odaklanıldı ki en temel beceriler bile geri planda
bırakıldı. Herkes öğrencilerin yazısının güzel olmadığından, lisede bile
anlatım bozuklukları ile ne atmak istediklerinin anlaşılmadığından ve özellikle
uzun metinleri okumaktan sıkılarak, dikkatlerinin dağıldığından söz ederek
yakınmaya başladı. Bilmem kaçıncı yüzyıl şairinin bilmem hangi şiirini derinlemesine
inceleyerek edebiyat bilgisi verilmeye çalışılan öğrenciler, dilekçe bile
yazmayı bilmiyorsa bu işte bir sakatlık olduğunu kabul etmek gerekir.
Hocam,
geç bunları... Sen öğrencileri sınava hazırla yeter. Hele bilmem ne
lisesine/üniversitesine girsin sonra kendi halleder.
Bakınız
tarihimiz halledilmiş geleceklerle doludur!
Ömer
Orhan