26 Ocak 2021 Salı

What’s up WhatsApp?

Geçen sabah gözümüzü bir açtık ki WhatsApp’tan bir mesaj: “Ya sev ya terk et!” Bir gün sonra da öğrendik ki WhatsApp aynı sözleşmeyi Avrupa Birliği ülkelerine dayatmamış. Aslında adamlar; güncelleme yapacağız, şartlar da şunlar deseydi -en küçük punto yazılarla anlatılan metinleri- kimse okumaz ve kabul ederek geçerdi ama alışık olunmadık şekilde ana fikri mesaj olarak gönderince ortalık karıştı. Herkeste bir telaş… Mahremiyetimiz kaybolacak, her şeyimizi herkes görecek!

Açıklamalardan anladık ki uçtan uca şifrelenmiş mesaj yazılımlarda kimse kimsenin bir şeyini göremezmiş (denilse de yine de %100 güvenli olmadığını ifade edenler var, en güvenlisi diyelim).

Aslında şifre bizim işimiz. Anadolu’da “uçtan uca şifreli haberleşmeyi” yıllardır kullanıyoruz. Giresun Kuşköy’de insanlar 500 yıldan beri ıslıkla anlaşıyorlar. 2015 yılında New York Times’a bile haber oldular ve belki de ondan sonra WhatsApp ve diğerleri uçtan uca şifrelemeyi geliştirdi, kim bilir? Karadeniz’in diğer dağ köylerinde de insanlar kilometrelerce uzaktakilerle anlaşacak yollar bulmuşlar. Dışarıdan bir başkasının anlaması neredeyse imkânsız. O kadar ki kimi zaman birbirlerini bile anlamazlar. J

31 Aralık 2014 yılında kaleme aldığım “Nedir bu WhatsApp çılgınlığı” başlıklı yazım ve diğer birkaç yazımda konuya dikkat çekmeye çalışmıştım ama maalesef benim yazılar da sanırım çoğunlukla güme gitti.

Hangi mantıkla bedava bir yazılım üzerinden -paralı olsa bile olmaz da- mahremiyeti olan konular paylaşılır ki? Hatta yıllar içinde kamuda ve özel şirketlerde legal görülen “kurumsal” bir haberleşme platformu oldu şu WhatsApp. İlk başlandığında da aklım almamıştı, şimdi de almıyor. “Yahu etmeyin Mark Zuckerberg kardeşiniz mi?” dediysem de kimseye dinletememiştim.

Mahremiyet demişken, Windows işletim sistemine geçtiğimiz yıllar (1985 yılıydı sanırım) ve Türkiye’de internete ilk erişim tarihi olan 12 Nisan 1993’ten sonra tüm dünyada olduğu gibi bizde de internet kullanımı yayılmaya başladı. 1996 yılından itibaren internete erişimin yaygınlaşmasıyla da dünya evlerimizin içindeydi artık! O kadar heyecan verici gelişmeydi ki, güvenlikmiş, kişisel veriymiş kimse farkına varmadı ya da önemsemedi. Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun 24/03/2016 yılında yürürlüğe girdiğini düşünürsek zaten on küsur yıl saldım çayıra Mevla’m kayıraymış… Anlayacağınız, bugüne kadar “next-next-next…” diyerek o kadar çok program ve uygulama yükledik ki neler olmuştur neler…

Asıl olan şu ki internete çıktığımız andan itibaren tehlikelere açığız demektir. Düşünün, yüklediğimiz küçücük bazı “yama” programlarla, ikinci şahıslar kullandığımız aygıtın her şeyine ulaşabilirken, yüklemesi 30 dakika süren işletim sistemleri/programlarla neler yapmazlar ki? Ya arama motorları, Android ve hayatımıza nüfus eden algoritmalarına ne demeli… Peki, ben kurmam ve kullanmam diyebilir miyiz?

Son yıllarda sıklıkla sizlerin de başına gelmiştir; cep telefonu masanın üzerinde ya da cebinizde ve siz herhangi bir konuyla ilgili konuştuktan sonra eğer konu, pazarlanacak bir ürün ya da hizmet hakkındaysa, ilk sosyal medya kullanımınızda veya internete girişinizde karşınıza o ürün/hizmet çıkıyor. Rastlantıdan çok öteye geçmiş bir durumu yaşar olduk. Elbette telefonunuzu dinleyen birileri yoktur, bunların hepsi yapay zekâ algoritmaları ile ses ve kelime işleme yöntemleri kullanarak gerçekleşiyor. Ne hikmetse akıllı telefonların “aklı” hep birilerine hizmet etmek için çalışıyor olmalı. WhatsApp neden farklı olsun ki?

Gerçek şu ki uzun süredir bilişimde böylesi bir toplumsal farkındalık oluşmamıştı. WhatsApp mesajı sonrasında insanlar sudan çıkmış balık gibiydi. Sanki boşluğa düşüldü. Toparlanınca herkes kızdı ve refleks olarak WhatsApp’a tepki olsun diye diğer mesajlaşma programları araştırıldı. Uzmanlar yorumlar yaptı, hangi mesaj uygulaması daha güvenli, aralarındaki farklar neler?

Buraya kadar iyiydi ama umarım hazır uyanmışken, internette hiçbir izin silinmediğini anlarız ve dijital ayak izimize dikkat ederiz.

Yüklediğiniz uygulamayı kim yazmış? Neden yazmış? Amacı sadece hayır işlemek miymiş? (Unutmayalım ki WhatsApp da hayır içindi) Kâr amacı gütmeyen vakıflar ile açık kaynak kodlu yazılımlar daha güvenli olabilir ama aslına bakacak olursanız hangisini tercih ederseniz edin risk her zaman olacak.

Allah aşkına Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg, neden 19 milyar dolar saysın da WhatsApp’ı satın alsın? Kabul edelim ki şu an için hepimiz birer sayıdan ibaretiz. Yani satın alma potansiyeli olan tüketiciyiz. Bence “tükettiğimiz sürece sorun yok.”

Bir fıkra ile konuyu bağlayalım…

Baba, 4-5 yaşlarındaki oğlunu masanın üzerine çıkartmış ve karşısına geçerek kollarını açmış…

-Atla bakayım demiş.

Çocukta tereddütsüz babasının kollarını atılmış. Baba aynı anda kenara çekilmiş ve çocuk yüzüstü yere yapışmış. Ağlamaya bile fırsat bulamamış ki baba oğluna eğilerek:

-Bak oğlum, bu ilk ders; hayatta babana bile güvenmeyeceksin!

 

Sistemin dışında kalmaya cesaret edebilenler, gittikleri yerden mesaj atmayı unutmasınlar. J

 

Ömer Orhan

Sorumsuz Çocukların Sorumluları

Bir ebeveynin çocuğuna vereceği en önemli hediye, sorumluluk bilincidir. Bu bilinç, sanal marketlerden ısmarlanamaz. Satın alınarak veya ödünç verilerek kazandırılamaz. Sorumluluk, ilaç gibidir. Her yaşa göre dozu vardır. Küçük yaşlarda verilmeyen doz, çocuk büyüdüğünde tek dozla verilemez. Daha doğrusu verilmesine verilir de sonuçları kestirilemez.

“İleride nasıl olsa yapacak, çocuk şimdi rahat etsin.” söylemi, popülizm ve kolaycılıktan başka bir şey değildir. Çocuğunu seven ebeveyn, ona her yaşın sorumluluklarını sırayla vermeli, takip etmeli ve kazandırmaya özen göstermelidir.

Sorumluklar kazandırılmaya çalışılırken korkunun kullanılması, farklı travmalara neden olacağı için yanlıştır. “Bebek adımları”yla başlayacak eğitimin temelinde çocukları birey olarak kabul ederek onlarla konuşmak, beklenen davranışı anlatmak, birlikte sorgulamak ve olumlu davranışları mutlaka ödüllendirmek gerekir. Ödüllerin maddi değeri olmamasına özellikle özen gösterilmelidir. Oturdun “para”, kalktın “para” ile büyüyen çocuklar, ileride doyumsuz insanlara dönüşürler. Değer bilmenin, insana değer kattığı akıldan çıkarılmamalıdır.

“Ders çalışırsan sana … alırım.”

Akademik açıdan ders çalışmak, öğrenmek için gereklidir. Ders tekrarı, okuma ve araştırma çalışmalarıyla ödevler, öğrenmenin süreçleridir ve zorunludur. Ders çalışmanın ödülü zaten öğrenerek karşılık bulacağı için başka ödüle gerek yoktur. Bunu, çocukla konuşmak, “ders çalışmanın” kazanımlarını ona anlatmak ve bunun doğru algılamasını sağlamak gerekir. Böylece temcit pilavı* gibi sürekli çocukla her seferinde didişmek zorunda kalınmaz. Öğrenmek önemlidir, bilgi, tüm hayatı boyunca insanın işine yarayacaktır. Bu nedenle intihal yapmak ve kopya çekmek kısa vadede insana kazandırıyor gibi görünse de uzun vadede kaybettirir. Elbette hak, hukuk, ahlak ve akademik dürüstlük kavramlarının da ne demek olduğunu anlatmak ve kazandırmak lazım ki toplumsal çürüme yaşanmasın!

“Yatağını toplarsan sana … veririm.” Bir insana kendi yatağını topladığı için kim ne verir? Bir nevi motivasyon için ödül gibi görünse de başka bir açıdan da “rüşvet” gibi bir şey… Sanki yatağını toplamak ebeveynin işiymiş de bu seferlik çocuk toplayınca ödül alacakmış gibi… Yatak senin, hayat senin!

Yemeklerden sonra dişlerini fırçalamazsan, dişlerin çürür ve yok olur. Sonra hayat boyu uğraşırsın ve para harcarsın. Suyu gereksiz akıtırsan yarın susuz kalırsın. Oysa su hayattır. O olmazsa yaşam olmaz.

Haksızlığa uğramak seni gücendiriyordur. Sen de gücenme, başkasını da gücendirme ve hak etmediğin bir şeyi de alma. İnsan sosyal bir varlıktır, onu en çok inciten şey haksızlığa uğramaktır. Bu nedenle adil ol!

Tüm canlılara saygılı ol ki onlar da sana saygı göstersinler. Karşındakinin yerine kendini koyarak düşünebildiğinde, medeni bir insan olacaksın unutma!

En büyük servet sağlıktır. Bu nedenle hem kendi sağlığını hem de başkalarının sağlığını tehlikeye düşürecek işlerden kendini sakın!

Hayattaki en büyük itibar, mütevazı olmak ve haysiyettir. Her ikisini de kendine düstur edin!

Sevgi, hayatını renklendirir ve değerini arttırır. Sevmekten ve bu duygunu paylaşmaktan korkma!

Sorumluluklarını çocuklarına öğretmek ve bilinçlenmelerini sağlamak, ebeveynlerin başlıca sorumluluğudur. Elbette, iyi örnek olmak için bu sorumlulukları öncelikle ebeveynlerin yerine getirmesi gerekir.

Sorumsuz çocukların sorumluları, sorumsuz ebeveynleridir.

 

Ömer Orhan

 

 

Temcit; Recep, Şaban ve Ramazan ayları süresince, sabah ezanından sonra minarelerden okunan ve Allah'ın ululuğunu belirten duadır. Temcit pilavı ismi ise, Ramazan ayında sahurda pilav yapmak zaman aldığı ve uykuyu fazlasıyla böldüğü için akşamdan yapılıp sahur vakti ısıtılarak yenen pilava verilmiş bir ad olup, gerek katkı malzemeleri gerek pişirme usulü açısından normal pilavdan hiçbir farkı yoktur.

Mecazi anlamda temcit pilavı ise sık sık tekrarlanan ve bu nedenle karşıdaki kişiyi bıktıran sözlere denir.

 

Uzaktan “eğitim” ve bilginin kudreti

Dünya üzerinde “sayısız” konu ve bilgi var. Bu demek oluyor ki çok bilen de var, az bilen de… Az bilenin bildiğini bilmeyen çok bilen de var elbette! İşin felsefi tarafından bakacak olursak, bilginin kaynağı ile ilgili araştırmalar çeşitli öğretileri doğurmuştur ve buraya girersek bu yazıdan çıkmamız “imkânsız” olur. Herkesin “sonuçlarla” ilgilendiği günümüzde konuyu daraltmaya çalışalım.

Ana kucağında, ailede oynarken, yaparak-yaşayarak öğreniyoruz ve öğrendiklerimizi hiç unutmuyoruz. Sonra okul yılları başlıyor. Anaokuluna gidenler şanslı çünkü en zevkli yıllar bu yıllar. Birinci ve ikinci sınıflar da fena sayılmaz ama ne zaman ki sınavlar başlıyor işin rengi değişiyor. Ortalık kızıl kıyamet! Yahu insan sınav için mi öğrenir? Öğretirler! Her sınav bir yarış ve her yarışta yaşanan ayrı bir travma… Bilinçaltına ekilen “bilmelisin” tohumları. Ne için? Sınavda yüksek not almak için. Öğrenim hayatı boyunca binlerce sınavın kazanımının yanında yaşattığı kayıplar ve bıraktığı izler çok daha fazla ve derin. Özellikle de öğretim kademeleri geçişlerindeki sıralama sınavları -her ne kadar en adil çözüm olarak kabul görse de- en büyük sıkıntılardır. Öğrenmeye en uygun yaşlarında, ne kadar verimli olduğu tartışılması gereken bir eğitim sistemiyle törpülenen insanlar…

Herkesin farklı öğrenme biçimleri olduğu görmezden gelinerek kurulan bugünkü okul sistemi içinde öncelikler de çoktan birbirine karıştırılmış durumda. Şu anda COVID-19 nedeniyle eğitim sisteminde yaşanan en büyük kaygı, öğrencilerin merkezî sınavlardaki olası başarısızlığı değil mi? Samimi olarak itiraf edilmeli!  Uzaktan öğretim çalışmalarında tüm paydaşlar ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor olsa da eğitimin uzaktan başarılması bu işin doğasına aykırı. İnsan sosyal bir varlık ve ekran karşısında öğretim veya öğrenimde belirli oranda başarı sağlansa da eğitim mümkün değil!

Bu salgın mutlaka bitecek ama geride bırakacağı izlere çok dikkat etmek lazım. Öncelikle şu an için gerçekleştirilen sınavlar ve sınavların yapılış biçimi ile ölçme değerlendirme sisteminin sonuçlarının nelere mal olacağı hesaplanmalı. Hesaplanmalı ki yarın çok ağır faturalar ödenmesin.

Dün ekran bağımlısı olmasın diye çabaladığımız çocuklarımızı bugün ekran karşısına oturturken yarınları da düşünmeliyiz. Bakın birçok Avrupa ülkesinde okulları olabildiğince açık tutmaya çabalamalarının en büyük nedeni çocukların müfredattan geri kalmaları değil alışkanlıklarının tümden değişmemesini sağlamak. Biliyoruz ki bilgi her zaman edinilebilir ama alışkanlıkları değiştirmek çok güçtür. Üstelik ısrar ettiğimiz ve öğrencilere dayattığımız çoğu bilginin çocukların günlük ihtiyaçları ile uzaktan yakından ilgisi yok.

İnsan hayatında en önemli yaşamsal değerler, becerilerdir. Önemli olan öğrencilere bu becerileri arttırmalarına olanak tanıyacak sistemler kurmaktır. Bununla birlikte yaşamsal öncelikler ve bilgiye erişim konusunda da rehberlik edilmesi gerekir.

Bilmek önemlidir ancak ne kadar bildiğin, bu bilgiyi hangi amaçla kullandığın ve nasıl paylaştığın daha önemlidir.

Günümüzde insanlarımız kulaktan duyma, sosyal medyadan okuma kültürü ile “bilir” hâle geldi. “Ahkâm” kesenlerin sesi işin ehlilerinden daha fazla çıkıyor artık. “Ehliyet, uzmanlık, ustalık” hak götüre…

Okullarda okuma-yazma öğretiliyor ama insanlar okumuyor ve yazmıyorsa, matematik öğretiliyor ama hiçbir şey hesaplamıyorsa; hayat boyunca ihtiyaç olacak estetik görüş ve yaratıcılığı tetikleyen görsel sanatlar ve müzik derslerinde test çözülüyorsa bunun suçu çocuklarımızın değil bizlerindir.

İnsanlara duymak istediklerini söyleyip işin kolayına kaçarak ve popülizmi derinden benimseyerek harcanan zamanlara yazık. Bugün yüzleşmediğimiz gerçeklerimiz yarın trajedimiz olacak.

Öğrenimimiz süresince yüzlerce ders okuyor ama hayattan neredeyse hiç ders almıyoruz. Her geçen gün azalan kaynakları korumayı, doğru kullanmayı, bilimsel aklı yetkin kılmayı, açık görüşü, adil olmayı, tüm canlılara saygı duymayı ve paylaşmayı öğrenmediğimiz sürece öğretimi uzaktan da yapsak, yüz yüze de yapsak boş.

 

Ömer Orhan