Günümüzün
çirkin betonarme yapıları ve çimentonun bilinmediği eski yıllarda binalar,
köprüler, su kemerleri gibi yapılarda taş
kullanılırdı. Yapan için ağır işçilik ve emek gerektiren taş, tabiri caizse
dile gelir konuşturulurdu.
Binalar,
doğadan alınan farklı renk ve dayanıklılığa sahip taşların yontularak üst üste
ve/veya yan yana dizilmesiyle yükselirdi. Günümüzde yapımı hayal bile
edilemeyecek ölçülerdeki muhteşem eserler gökyüzüne yükselirken, sağlamlık ve
gücün yanında ayrıca taşlar işlenerek “süslenmesiyle” de inanılmaz estetik
yapılar inşa edilirdi.
Mimari
yapıyı ayakta tutmak için taşların birbirine yaslanmasıyla yarım ay şeklinde
kemerler yapılır, taşların dağılmasını engellemek için de yarım dairenin
ortasına bir başka taş sıkıştırılırdı. Antik Roma döneminden günümüze kadar
kemerlerde kullanılan bu taş; üzerindeki ağırlığı yanındaki diğer taşlara ve
oradan da temele aktararak yapının yükünü hafifletirdi.
İşte,
tüm kemeri, kubbeyi ve yapıyı sırtında taşıyan bu taşa kilit taşı denir. Yok edildiğinde geriye sadece enkaz bırakacak
kadar önemli bir taş!
Yaşamımızda
birçok kilit taşı olduğunu biliyoruz. Peki, eğitimin-öğretimin “kilit taşı”
nedir, ona bakalım:
Okullar
da diğer binalar gibi artık betonarme… Neredeyse hepsi birbirinin aynı olan
çirkin binalar… Onları güzelleştiren yegâne şey ise öğrenciler. Neredeyse doğal olanı yok etmeyi beceri saydığımız
günümüzde henüz doğallığını
yitirmemişler…
Betonarme okul çatısı altında işler nasıl gidiyor, bir göz atalım:
Okulu
yapan müteahhit işi en ucuza mal etme
düşüncesinde,
Eğitim yöneticileri; koltuğa oturduktan sonra öğretmenliği unutmuş, egosunu
şişirme derdinde,
Eğitim fakülteleri işin teorisinde,
Öğretmen; “yaratıcılığı”yla baş başa bırakılmış, gelecek kaygısı
içinde,
Eğitim,
“modacı”larının elinde,
Veliler
abandone…
Sarmal öğrenim modelini ne kadar başardığımızı bilemiyorum ama eğitim sistemini çoktan
“sapa-sarmal” hâle getirdik.
Pantolonunu
çekemeyen çocuktan inovatif ürünler yaratmasını bekliyor, doğada tek başına bir
gün bile geçiremeyeceğini ise asla dert etmiyoruz. Çok garip!
Kod
yazamayanı cahil ilan etmemize ramak
kaldı ama tarım ülkesi olarak neredeyse tüm gıdaları ithal ediyoruz. Tık
yok!
Teknoloji
satın aldığımız Güney Kore gibi ülkelerde hâlen “kara tahtalarda” öğretim yapılırken biz tahtanın en akıllısının,
bilgisayarın bilmem kaç çekirdeklisinin peşindeyiz.
Hâlen
klasik yöntemleri kullanan bu ve
benzeri ülkeler, okullarda başarısızlık nedir bilmiyor. Böyle bir sorunları yok
çünkü tek çıkar yollarının çalışmak olduğunu düşünüyorlar.
“Anlamak
mümkün değil!”
Bizde
ise bütün enerji çalışmayanlara harcanır. Onların tembelliklerinin
sorumluluğunu da eğitimciler ve ebeveynler üstlenir. Böylesine üstlenici ve
itekleyiciler olduğu müddetçe de tembellik genlerimize işliyor ve bundan
kurtulamıyoruz.
Eğitim
sorunsalı çoktan kültürümüz hâlini aldı…
Kısacası
bizler, sattıkları televizyon karşısında uyuşurken, birileri çalışmaya,
üretmeye devam ediyor. Buyurunuz:
PISA,
lise giriş ve üniversite sınav sonuçları açıklandığında yediden yetmişe eğitimci
kesiliyoruz ama hepsi o kadar.
Toplum
olarak eğitime verdiğimiz değeri görmek için fazla uzağa değil mahallenize
bakmanız yeterli. Ben henüz bir mahallenin toplanarak bir okul yaptırmaya çalıştığına
şahit olmadım. Örnek mutlaka vardır ama ibadethane yaptırma çabasıyla
kıyaslanmaz sanırım.
Toplumun
ihtiyaçları göz ardı edilerek oluşturulan eğitim sistemlerinin günün
koşullarına ayak uyduramaması ayrı bir sıkıntı yaratırken kişisel özellikler, yaratıcılık,
öğrenme becerisi, yaşamla örtüştürme ise hep sözde…
Sınavlara
karşıyız ama çözümlerimizin tümünün çok daha derin sınavlar gerektirmesi ayrı
bir ironi ve belki de çaresizlik!
Eğitimle
ilgili çok sorunumuz var ama öncelikle eğitime inanmak, okumayı ve öğrenmeyi
sevmekle başlamak gerek. Akıl her zaman üstte tutulmalı ki deneyimler çöp olmasın.
Öğretimin kilit taşı merak, eğitimin kilit
taşı ise öğretmendir.
Unutmamak
gerek!
Ömer
Orhan