25 Ocak 2018 Perşembe

Kilit taşı?




Günümüzün çirkin betonarme yapıları ve çimentonun bilinmediği eski yıllarda binalar, köprüler, su kemerleri gibi yapılarda taş kullanılırdı. Yapan için ağır işçilik ve emek gerektiren taş, tabiri caizse dile gelir konuşturulurdu.

Binalar, doğadan alınan farklı renk ve dayanıklılığa sahip taşların yontularak üst üste ve/veya yan yana dizilmesiyle yükselirdi. Günümüzde yapımı hayal bile edilemeyecek ölçülerdeki muhteşem eserler gökyüzüne yükselirken, sağlamlık ve gücün yanında ayrıca taşlar işlenerek “süslenmesiyle” de inanılmaz estetik yapılar inşa edilirdi.

Mimari yapıyı ayakta tutmak için taşların birbirine yaslanmasıyla yarım ay şeklinde kemerler yapılır, taşların dağılmasını engellemek için de yarım dairenin ortasına bir başka taş sıkıştırılırdı. Antik Roma döneminden günümüze kadar kemerlerde kullanılan bu taş; üzerindeki ağırlığı yanındaki diğer taşlara ve oradan da temele aktararak yapının yükünü hafifletirdi.

İşte, tüm kemeri, kubbeyi ve yapıyı sırtında taşıyan bu taşa kilit taşı denir. Yok edildiğinde geriye sadece enkaz bırakacak kadar önemli bir taş!

Yaşamımızda birçok kilit taşı olduğunu biliyoruz. Peki, eğitimin-öğretimin “kilit taşı” nedir, ona bakalım: 

Okullar da diğer binalar gibi artık betonarme… Neredeyse hepsi birbirinin aynı olan çirkin binalar… Onları güzelleştiren yegâne şey ise öğrenciler. Neredeyse doğal olanı yok etmeyi beceri saydığımız günümüzde henüz doğallığını yitirmemişler

Betonarme okul çatısı altında işler nasıl gidiyor, bir göz atalım:

Okulu yapan müteahhit işi en ucuza mal etme düşüncesinde,

Eğitim yöneticileri; koltuğa oturduktan sonra öğretmenliği unutmuş, egosunu şişirme derdinde,

Eğitim fakülteleri işin teorisinde,

Öğretmen; “yaratıcılığı”yla baş başa bırakılmış, gelecek kaygısı içinde,

Eğitim, “modacılarının elinde,

Veliler abandone…

Sarmal öğrenim modelini ne kadar başardığımızı bilemiyorum ama eğitim sistemini çoktan “sapa-sarmal” hâle getirdik.

Pantolonunu çekemeyen çocuktan inovatif ürünler yaratmasını bekliyor, doğada tek başına bir gün bile geçiremeyeceğini ise asla dert etmiyoruz. Çok garip!

Kod yazamayanı cahil ilan etmemize ramak kaldı ama tarım ülkesi olarak neredeyse tüm gıdaları ithal ediyoruz. Tık yok!

Teknoloji satın aldığımız Güney Kore gibi ülkelerde hâlen “kara tahtalarda” öğretim yapılırken biz tahtanın en akıllısının, bilgisayarın bilmem kaç çekirdeklisinin peşindeyiz. 

Hâlen klasik yöntemleri kullanan bu ve benzeri ülkeler, okullarda başarısızlık nedir bilmiyor. Böyle bir sorunları yok çünkü tek çıkar yollarının çalışmak olduğunu düşünüyorlar. 

“Anlamak mümkün değil!” 

Bizde ise bütün enerji çalışmayanlara harcanır. Onların tembelliklerinin sorumluluğunu da eğitimciler ve ebeveynler üstlenir. Böylesine üstlenici ve itekleyiciler olduğu müddetçe de tembellik genlerimize işliyor ve bundan kurtulamıyoruz. 

Eğitim sorunsalı çoktan kültürümüz hâlini aldı… 

Kısacası bizler, sattıkları televizyon karşısında uyuşurken, birileri çalışmaya, üretmeye devam ediyor. Buyurunuz:

PISA, lise giriş ve üniversite sınav sonuçları açıklandığında yediden yetmişe eğitimci kesiliyoruz ama hepsi o kadar.

Toplum olarak eğitime verdiğimiz değeri görmek için fazla uzağa değil mahallenize bakmanız yeterli. Ben henüz bir mahallenin toplanarak bir okul yaptırmaya çalıştığına şahit olmadım. Örnek mutlaka vardır ama ibadethane yaptırma çabasıyla kıyaslanmaz sanırım.

Toplumun ihtiyaçları göz ardı edilerek oluşturulan eğitim sistemlerinin günün koşullarına ayak uyduramaması ayrı bir sıkıntı yaratırken kişisel özellikler, yaratıcılık, öğrenme becerisi, yaşamla örtüştürme ise hep sözde

Sınavlara karşıyız ama çözümlerimizin tümünün çok daha derin sınavlar gerektirmesi ayrı bir ironi ve belki de çaresizlik!

Eğitimle ilgili çok sorunumuz var ama öncelikle eğitime inanmak, okumayı ve öğrenmeyi sevmekle başlamak gerek. Akıl her zaman üstte tutulmalı ki deneyimler çöp olmasın.

Öğretimin kilit taşı merak, eğitimin kilit taşı ise öğretmendir.

Unutmamak gerek!

Ömer Orhan

Kadim insan ırkı, saltanatını terk etmeye hazırlanıyor.


Kendi olamayan ve aklını doğru dürüst kullanamayan insan, akıllı bir varlık yaratmaya soyundu… Başaramadıklarını başaracak, düşlerini gerçekleştirecek, belki de onu merakının ötesine götürecek bir varlık...
 
Ancak unutmayalım ki birinin doğumu/yaşaması diğerinin yok oluşudur. Buna doğal ayıklanma (seleksiyon) deniyor.

Tarım devrimi, sanayi devrimi, bilişim çağı, endüstri 4.0 falan filan derken gelişim hızı insanlığa yetmedi. Daha hızlı, daha derin düşünmek gerek. İşte, insanoğlunu birkaç basamak atlatacak bu varlığın yapay zekâ olacağı düşünülüyor.

Son yıllarda doğal olmayan her şeye öylesine alıştırıldık ki zekâmızı bile yapayıyla değiştirmeye çalışıyoruz. Sonumuz hayır olsun!

Yapay zekâ ile ilgili son haber bir gazetede yayınlandı. Habere göre İngiliz teknoloji firması DeepMind tarafından geliştirilen “AlphaZero” adlı yapay zekâ programı, 4 saatte öğrendiği satranç oyununda şampiyon unvanına sahip olan rakibi “Stockfish 8” adlı programı yenmeyi başardı.
2014’te arama motoru Google’ın satın aldığı DeepMind’in geliştirdiği program, 100 maçlık yarışta rakibine açık ara fark attı. Yerel basında çıkan haberlerde, sadece oyunun temel kuralları öğretilen AlphaZero, 1500 yıllık satranç tarihinde hiçbir insanın aklına gelmeyen hamleler gerçekleştirerek birincilik tahtına oturdu.

İngiliz satranç şampiyonu Simon Williams, yapay zekâ programının zaferiyle ilgili yaptığı açıklamada, “AlphaZero satranç dünyasını fethetti, bir anda oyunu çözerek insan ırkını evcil hayvanı hâline getirdi.” dedi.

Peki, bu gelişmenin sonuçlarını kestirmek mümkün mü?

Bundan öncekileri ne kadar kestirebildiysek bunu da o kadar kestireceğimiz kesin!

Barutun keşfiyle insanlığın neler yaptığını unutmadık.

Hiroşima ve Nagazaki’yi de unutmadık.

Amerika Birleşmiş Devletleri Pearl Harbor’ın intikamı için atom bombasını kullandığında çok memnun olmuş olabilir ancak bombanın etkisini yaşayan Japonlar için durum aynı değildi.
Bilimin, teknolojinin ve mühendisliğin gelişimi her zaman huzur getirmemiş, birilerinin zaferi diğerlerinin hezimeti olmuştur. Tarih bu ve benzer örneklerle doludur.

Yapay zekâ konusunda ise farklı görüşler var. Teknolojiye “âşık” olanlar ve geleceği onda görenler için yapay zekâ olmazsa olmazımız.

İnsanın düşünemeyeceği kadar çok olasılığı düşünerek, deneyimlerini en faydacı şekilde kullanacak bir zekâ yaratmak, çok heyecan verici. Ancak unutulmamalı ki bugüne kadar diğer tüm buluşlar da manipüle edilerek kişi, kurum ve ülkelerin elinde güç olarak kullanıldı. İnsanlığın genel yararı önde tutulacak söylemleri ile başlayan girişimlerden sürekli birileri çıkar sağladı. Bu, kontrol altında tutulan bir takım yenilikleri kapsıyordu. Ne var ki yapay zekâ kontrolden çıkınca sonuçlarını insan beyni çözemeyecek.

Bilimin kurgusal gerçekliğe sürüklenişi…

"Yapay zekâ, insanlığın başına gelen ya en iyi şey ya da en kötü şey olacaktır.” demişti Stephen Hawking.

Dünyanın ilk özel uzay şirketi olan SpaceX, elektrikli araçların önde gelen markalarından biri olan Tesla Motors gibi dev teknoloji şirketlerinin sahibi olan deha iş adamı Elon Musk ise yapay zekânın Kuzey Kore`den daha büyük bir tehdit olduğunu dile getirdi.

Bunlar akıllı adamlar. Ciddiye almak lazım!

Yapay zekâ, iyileştirilmesi olanaksız hastalıkların tedavisini bulacaksa, küresel ısınmaya son verecekse, en sağlıklı ve en verimli tarımsal çözümler üretecekse, yeni ve sonsuz enerji kaynakları yaratacaksa, kısacası dünyadaki tüm canlıların yararına olacaksa sonuna kadar evet! Ancak ben insanı biraz tanıdıysam sonuç böyle olmayacak.

İronik bir şekilde merak, insanlığın gelişiminde önemli bir rol oynamış olsa da başımıza ne geldiyse bir anlamda onun yüzünden gelmedi mi?
 
Facebook yapay zekâ birimleri, özellikle pazarlama konularında bu ilerleyen teknolojiden yararlanmak adına chat-botlar geliştirdi. Fakat pazarlama yapması için eğitilen iki chat-bot, insanları bir kenara bırakıp kendi aralarında iletişim kurmaya başlayınca, geçtiğimiz günlerde ekip botlardan birine müdahale etmek zorunda kaldı ve robotu kapattı.

Sanırım işler yolunda gitmezse insanoğlu, yapay zekânın fişini çekerek işini bitireceğini düşünüyor olmalı. Ancak insanoğlu, ileride çekecek bir fiş bulamayabilir.

Gerçek şu ki, 1990’lı yıllarda bir hurafe olarak görülen yapay zekâ artık “kapıyı tıklatıyor”.
Siz satranç oynamayı biliyor musunuz bilmiyorum ama ben birkaç hamle sonrasını bile düşündüğümde, beynim yanacakmış gibi hissederim ki sadece taş hareketlerini öğrenen ve hemen ardından dünya şampiyonu bir bilgisayarı yenen AlphaZero’nun başarısı gerçekten ürkütücü!
Nöron sayısının çokluğu, düşünme, odaklanma, yaratıcılık ve diğer becerileri olan insanı bugüne kadar besin piramidinin başında oturtan en önemli özelliği ise ona bahşedilen zekâsının diğer canlılardan yüksek olmasıydı.

Aklı, egosunun içine hapsedilmiş insan, tüm kuralları, formülleri ve deneyimleri bilen, üstelik tüm olasılıkları hesaplayabilen, karar verirken de en pragmatist yaklaşımları salt kendisi/kendi türü için kullanacak bir canavar yaratabilir.  

İnsanlık yaşamsal bir eşiktedir.

Kim bilir, belki de yapay zekâ insanlığın son icadı olacaktır.
Ömer ORHAN